MENÜ
Ankara 24°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
SORULAR-YANITLAR–5
Ahmed F. YÜKSEL
YAZARLAR
21 Ekim 2011 Cuma

SORULAR-YANITLAR–5

Soru: “Rabbin meleklere: "Ben arzda (bedende) bir halife (Esmâ mertebesinin farkındalığıyla yaşayan şuur sahibi) meydana getireceğim" dedi. Onlar da: "Orada fesat çıkarıp kan döken birini mi meydana getireceksin; biz seni hamdinle (bizde açığa çıkardığın varlığını değerlendirme hâliyle) tespih (her an yeni hâle dönüşen isteğine kulluk ederek) ve kudsiyetini (her türlü eksiklikten berî oluşunu) dillendirmiyor muyuz?" dediler. (Buyurdu): "BEN sizin bilmediklerinizin Aliymiyim!.." (Bakara/30/ Allâh İlminden Yansımalarla KUR'ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ/AHMED HULUSİ)

 Bu ayet hangi gerçeklere değinir?

Cevap: İnsanın halife oluşuna, bazı meleklerin hakikate vâkıf olamadıklarına, sadece belirli isimlerin manalarını kuvveden fiile çıkarabildiklerine ve bu gerçekler ışığında İnsan’ın halife oluşu dolayısıyla, tüm isimlerin manalarını kuvveden fiile çıkarabileceğine işaret etmektedir.

Soru: Ve küllühüm atiyhi yevmel kıyameti ferda; ”Onların hepsi, kıyamet sürecinde O'na TEK (ferd) olarak gelir.” (19/95).

Bu ayeti nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap: Ayette bahsi geçen ferdler, Ferdiyyet sahibi olan ve “Müferridun” ismiyle anılan kimselerdir.

Soru: “Muhakkak Allahu Teâlâ benim için yeryüzünü dürdü de ben onun doğusunu ve batısını gördüm. Muhakkak ki ümmetimin mülkü benim için dürülen yerlere ulaşacaktır.” (Hadis)

Cevap: Yeryüzünün dürülmesi; Yaratıcının dünya üzerinde yaşayan tüm toplumların istek ve arzularını, şartlanma ve değer yargılarını, bununla ilgili tüm detayları mümin kullarına bildirmesi anlamına gelir.

Böyle olunca işler daha da kolaylaşır değil mi?

Soru: “Kim ödemek niyetiyle insanlardan mal alırsa Allahû Teâlâ ona ödeme imkânlarını ihsan eder, kim de ödememek niyetiyle alırsa Allah onun malını dünyada telef eder.” (Hadis)

Neden acaba?

Cevap: İnsanın niyeti ne ise yaptığı fiili ona göre olur ve yaptıklarının neticesi ile karşı karşıya kalır. Artı ile başlayan bir düşüncenin sonu artı, eksi ile başlayacak bir tasarımın sonucu da menfi olacaktır.

Bu ayrıntıyı Müminin niyeti amelinden hayırlıdır” hadisi ile karşılaştırmayalım.

Soru: “Âdem cismiyette Hz. Muhammed’in, İsa’nın ve bizim babamızdır. Hz. Muhammed (s.a.v) ise ruhaniyette Âdem’in, bizim babamız ve İsa as.’ ın dedesidir. Çünkü İsa as.’ ın babası bedenlik makamında ve temsil âleminde Ruhul Kuds’tür. Ruhul Kuds ise Ruh olması hasebiyle Hz. Muhammed’in (s.a.v)  oğludur. Dolayısıyla, bu akıl almaz sistem çerçevesinde Hz. Muhammed (s.a.v),  İsa as.’ ın dedesidir. Eğer İsa as.’ ın bedenselliğine teveccüh etseydi, o zaman her nutfenin istiva etmesi gibi istiva etmiş, bürümüş olmayacaktı. Bu teveccühle de ona ruhaniyet verip bizim olduğumuz gibi onun da babası olacaktı.” (M. Arabi)

Bu sözü nasıl anlıyorsunuz?

Cevap: Arabî, bu cümlelerle şunları anlatmak istemiştir: Daha iyi takip edebilmeniz açısından metin içinde parantezler açarak izah etmek istiyorum.

Âdem, cismiyette Hz. Muhammed’in(s.a.v), İsa’nın ve bizim babamızdır.
(Cismaniyet açısından ele alındığında beden yaşı itibarîyle gerçek budur. Böyle olması mantıklıdır.)  Hz. Muhammed (s.a.v) ise ruhaniyette Âdem’in, bizim babamız ve İsa as.’ın dedesidir. Ancak, konu ruhaniyet açısından ele alındığında Efendimiz(s.a.v), mevcut bir algılamaya istinaden hem Hz. Âdem’in hem Arabî’nin babası konumundadır. Nitekim buna işaretle, “Âdem suyla çamur halinde karılı iken ‘Ben Nebiydim” demektedir. “…… Ben yaratılışça Nebilerin ilkiyim.” sözüne gelince... Buradaki ‘yaradılışça’(halk) kelimesi ‘TAKDİR’ manasınadır... ‘İCAD’, yaratıp vücutlandırma manasına değildir. (İmam GAZALİ - Ravzatüt Tâlibin) Metinde geçen ‘Âdem’in ve bizim babamız’ tabiri Âdem Nebi, Arabî ve benzeri evliyaullah için kullanılmaktadır. İsa a.s’ ın ise dedesidir, Çünkü İsa as.’ın babası bedenlik makamında ve temsil âleminde Ruhul Kuds’dür. Ruhul Kuds ise Ruh olması hasebiyle Hz. Muhammed’in(s.a.v)  oğludur. (İsa a.s’ın babası, Cebrail a.s’dır. Bu melek bedensel ve ruhsal yapı –aslında tek bir bütün, yekparedir- itibarîyle Ruhul Kuds olduğundan ve Ruh’un ürettiği bir varlık, onun bir özelliği olması dolayısıyla Hz. Muhammed’in oğlu konumundadır.) Dolayısıyla, bu akıl almaz sistem çerçevesinde Hz. Muhammed (s.a.v) İsa as.’ın dedesidir.  (Bu kurala göre Cebrail as. Hz. Muhammed’in oğlu, Hz. İsa da onun oğlu olduğuna göre Hz. Muhammed(s.a.v)  Hz. İsa’nın dedesi olmaktadır.)  Eğer İsa as.’ın bedenselliğine teveccüh etseydi, (Şayet gözlemler ruha değil bedenselliğe yönlendirilmiş olsaydı) o zaman her nutfenin istiva etmesi gibi istiva etmiş, bürümüş olmayacaktı. (Her nutfenin istiva etmesi gibi bir istiva olsa, kalıtsal özelliklerin babadan oğula geçmesi dikkate alınacak ve buna göre Hz. İsa’nın bireysel anlamdaki ruhu esas alınması gerektiğinden Cebrail a.s. devre dışı kalacak ve Orijin ruhun bürünmesi söz konusu olmayacaktı.) Bu teveccühle de ona ruhaniyet verip bizim olduğumuz gibi onun da babası olacaktı. (Şayet böyle olsaydı İsa’nın bireysel anlamdaki ruhu esas olacağından Hz. Muhammed(s.a.v)  İsa’nın da babası olacaktı).

Soru: Şükür ve Hamd kavramı !.. Bu sözcükler nasıl kullanılmalı?

Cevap: Din mensupları, bu iki kelimeyi alelâde kullanmayı pek de güzel beceriyorlar. Meselâ, trafik kazasında bir ayağı kopmuş olan kişi, haline bakıp Ya Rabbi çok şükür! ” dediğinde öbür ayağının da kopmasına neden olacak duayı ettiğinin farkında bile değil !.. Örneğin, bedenin bir rahatsızlığı ile ilgili durum için bu kelime kullanıldığında hastalık önlenmiş olur. Henüz açığa çıkmamış, rahatsızlıkları dahi bu duruma katabiliriz. Bahsettiğimiz konu bu kadarla sınırlı değil tabi. Meselâ berbat biten bir iş durumu dolayısıyla yine “Hamd” kelimesinin kullanılması yerinde olur.
‘Şükür’e gelince: Bunun, nimeti arttırıcı, birey/toplum üzerinde iletişimi rahatlığı sağlayıcı bir sözcük olarak tezahür ettiği bilinir.  Şükür, topluma canlılık, ruhaniyet ve bir performans sağlar. Asık suratlı, bedbin tavırlı, bitik yüzlü kişiler, şükürsüz kimselerdir. Bu türleri daima stresli-öfkeli bir hayat beklemektedir. Şükrün bitmesi, rızkın (manevî olanın) kesildiğinin bir işaretidir. Keza, nimetlerle dolu iftar sofrasında misafirlerini ağırlamakta olan bir ev sahibi, kendini mahcup etmeyen Mutlak Varlık’a şükranlık duygusunu “Çok şükür ya Rabbi! ” sözleriyle dile getirmek yerine, “ Sana, verdiğin nimetlerden ötürü hamd olsun. ” derse, bilmeli ki; bu ekonomik şartlarda nadiren bulduğu o tabloyu belki bir daha göremeyecek, sofradaki nimetlerde artma olmayacak hatta azalma olacaktır... Özetlersek; “Şükr’ü” arttırıcı bir faktör, “Hamd’ı” ise durdurucu bir unsur olarak düşünmeliyiz.  Ancak, bu sözcük Allah için kullanıldığında, “değerlendirmek” anlamına gelir. Örneğin Fatiha suresinin başlarındaki ”Elhamdülillahi rabbül âlemin” ifadesi, muhakkak ki “Âlemlerin rabbi olan Allah, kendi kendini değerlendirir” demektir. Bu bakımdan, burada geçen “hamd”, kula nispetle çok farklı bir durum arz eder.

Soru: Tenzih ve Teşbih konuları hakkında bilgi verir misiniz?

Cevap: Avami bir anlayışa göre, Tenzih; Allah’ı bir tanrı mesabesinde bulup ötelere atmak, Teşbih ise; Allah’ı ötelerden alıp yeryüzüne indirmek anlamına geliyor...
Tenzih kavramı ile gerçekten anlatılmak istenen mana  benlik ile özdeşleşir. Bu bireysel anlamdaki bir benlik değil, mutlak manadaki bir Benliğin müşahedesidir. Yani; Mutlak Tenzih’te, ötelerden alıp buralara getirmek söz konusu bile değildir. Zira; Allah ötelere atılmaktan, bir başka ifadeyle tenzih edilmekten münezzehtir. Her yerde mevcut olan nasıl tenzih edilebilsin ki? Özetleyecek olursak bu kavram, Mutlak varlığı kendi özünde bulabilmeye dayanır. Yani gerçek yönüyle Tenzih’in karşılığı  “Mutlak Benlik” tir. Mutlak manadaki Teşbih ise; Allah’ın Esma boyutunun, yani manaların/soyut boyutun müşahedesidir. Bu bakımdan, avamın anladığı Tenzih ve Teşbih ile Mekârim-i ahlâk sahibi olanın algıladığı Tenzih ve Teşbih anlayışı arasında çok büyük fark söz konusu. Ancak böyle bir idrak düzeyine ulaşanlar; tanrısallıktan sıyrılmaya, isim üzerinde durmayarak işaret edilen manayı algılamaya başlayabilirler...

Soru: Genetik nakil ile nakil ilmi aynı şey midir?

Cevap: Evet, aynı şeydir. Buna göre Rasûlullah Efendimiz(s.a.v) Hz. İbrahim’den genetik olarak bir şey almamıştır diyebiliriz. Nahl suresinin 123. ayetinde “Hanif olarak, İbrahim’in milletine uymanı sana vahyettik.” denmesi, İslâm dininde tanrısallığa yer olmadığının açık göstergesidir. Bu tanımlama, yine de Hz. Muhammed’in(s.a.v)  genlerini Hz İbrahim’den aldığına işaret değildir.

 

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi