MENÜ
Ankara 24°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
The second brain
Ahmed F. YÜKSEL
YAZARLAR
1 Ağustos 2011 Pazartesi

The second brain

İnsan yaşamında kontrolün, artık bildiğimiz anlamdaki beyinden ziyade, bağırsaklarda bulunan yüz milyonlarca nöronla ilgili olduğu ve bu komplekse, The second brain [ikinci beyin] dendiğini biliyoruz.

     İkinci beynin, birinciyi yönlendirdiği çok açık.

     Bugüne kadar gölge beyin rolünü üstlenen The second brain, ‘artık patron’ benim demekte bir sakınca görmüyor.

     Pozitif bilim, bu gerçeği kabul edip gözler önüne serdi.

     Bütün bu hususlar açıklık kazanırken, yönlendirici gibi görünen orijin beynin büyük bir ölçüde saf dışı kaldığını görüyoruz.

     Birinci beyin, artık bunu gizleme ihtiyacını hissetmiyor.

     Tersine, ikinci beynin, insanı birimselliğe götüren, o halde yaşatan bir yapı olduğunu bizlere bildiriyor.

     Akıl, bu bölgede varlığını yitiriyor.

     İnsana huzurlu bir gün yaşatmıyor.

     Ne var ki bunu anlayana kadar ömür tükeniyor, belki de ikincinin varlığı, oluşturduğu etkiler, hiç fark edilemiyor.

     Ve birinci beynin aslına dönük bir çalışma imkânına geçit vermediği gözlemlenirken, bir anlamda, varlığını tanımadığı da anlaşılıyor.

     Birinci beyin, bu şartlarda ikinci beynin bedene sahip çıktığını, her türlü karmaşanın bu şekilde meydana geldiğini, gerekçeleriyle bize gösteriyor.

     İnsanın hatalarının, saplantılarının, en önemlisi tanrı anlayışına tutkunluğunun ikinci beyin yüzünden önem kazandığını bildirmeyi ihmal etmiyor.

     İçinde bulunduğumuz yenilik döneminde, gelişim plâtformunda ise onunla çağdaş bilimler ışığında mücadele etmeyi tercih ediyor.

     Bunun saklanmasına hiç gerek kalmadığını düşünüyor.

     Açıklık prensibiyle durumu tescilleme yoluna gidiyor.

     Bu bir kişisel tatmin anlayışı değil, âdeta sorunun üzerine gitmek gibi bir şey oluyor.

     İnsan yaşamındaki hizipleşmelere, anlamsızlığa sanki önleyici bir vuruşla “dur” demek’ istiyor.

     Bilimsel vurgular ortada iken, bu işten artık geri adım atması mümkün görünmüyor.

     Birinci beynin bu davranışını ‘kararından dönmemek’ olarak algılamak herhâlde mantıklı olur.

     Ancak, ikinci beynin” de yüklendiği görevi bırakmasının mümkün olmadığını dikkâte almak gerekiyor.

     Bizler bu koşullarda yaşamak zorunda kaldığımızı anlamak zorundayız.

     Çok enteresandır, insanoğlu daha birinci beynin sırlarını tam fark etmeden, ikinci beyin, hatta üçüncü beynin varlığına tanık oluyor.

     Şayet her bir beynin görevinin ne anlama geldiği bilinirse, sorun çıkmayacak. Fakat ikinci beynin hedefine ulaşması, insan için mutlak bir risk oluşturuyor.

     Birinci beyin, bu riski almamak için bütün gücünü kullanacaktır.

     Bu arada, yine de şunu söylemek mümkün:

     Muallâkta duran birinci beynin atıl kalmayı yeğlediği, aşırı çalışmalar yapmadığı sürece, ikinci beyinle mücadele etme şansı çok az.

     O nedenle toplumda, sıra dışı insanlar azınlıkta yer alırken, avam türü kişiler çoğunlukta bulunuyor.

     Yani bir anlamda, kendi haline bırakılırsa her şey aynen devam edeceğe benziyor.

     Oysa üçüncü beyin diye tanımladığımız bir faktör daha var. Kalbin özellik arz eden bu durumu, birinci beyni tetiklemedikçe, bir güç kazanacağa benzemiyor.  

     Zira kimse, birinci beyni devirmiş olana karşı çıkma cesaretini gösteremiyor.

     Ayrıca, bedende liderliğini karaciğerin yaptığı, devamlı hareket halinde olduğu ifade edilen yapılar da yardım bir tarafa, orijin olanı menfi şekilde etkileyip, stres içinde bırakırken, farkında olmaksızın ikinci beyne hizmet ediyorlar, onun işini daha da kolaylaştırıyorlar.

     Alternatifi olmayan beden bağırsak+karaciğer faktörleri ile birinci beyni âdeta bombardımana tabi tutuyorlar.

     Bu arada üçüncü beyin, yani kalp, eski deyimle ifade edelim, ondaki Fuad noktası olmasa, işler zor gibi görünüyor. Çünkü birinci beyin, başka kimseden destek alamıyor.

     Anlayacağınız, orijin olana yapılan ambargoyu, tam anlamıyla üçüncü beyin kırıyor.

     Ancak, o da her zaman bu yardıma hazır gibi görünmüyor.

     Dolayısıyla mağlûp olma zorunluluğu yaşanacak gibi duruyor.

     Peki, bu durumda orijin beyin ne yapmalı?

     İş bilmezliğin bir mazeret olmaktan öte hiçbir şeye yarayamayacağı düşüncesiyle, vakit kaybetmenin hiç de makul olmadığı bilinci ile bir başlangıç oluşturmalı.

     O nedenle ikinci beyin ile bütün köprüleri atması, bu bölgeden gelen sinyallerin çıkış noktalarını kapatması gerekiyor ki, aslî yapısına kavuşsun.

     İnsan beyni önce bu durumu netleştiriyor.

     Birinci beyin yalnız kalmasına rağmen, mücadeleye devam ediyor ve rehberi “Allah Rasulü’nü takip ediyor.

     Bedeninin kurban edilmesini, gerçekçi bir neden olarak kabulleniyor.  

     İkinci beyni, yani alternatifini kendi elleriyle bitirmeye çaba gösteriyor.

     Baskılardan, vehimlerden yakasını sıyırabilirse, insanlık yolunda çok önemli bir kilometre taşını koymuş olacağını düşünüyor.

     Bu nedenle, bedenini hiç dikkate almadan yaşamayı yeğliyor.

     Onu kuklaya dönüştürürken, toplama benliğinin (izafî benliğin) ayaklar altına alınmasına izin veriyor.

     Bunu kendi için yapıyor.

     Bedeninin esiri olmuyor.

     Büyük mutasavvıf Mevlâna’nın tabiri ile içinde kendine âdeta ‘pusu kurmuş’ olandan bağını koparıyor ve kurtuluyor.

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi