MENÜ
Ankara 25°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
İrtica Korkusu
Ahmed F. YÜKSEL
YAZARLAR
2 Mayıs 2011 Pazartesi

İrtica Korkusu

Toplumun değer yargılarını eleştirirken, kullandığımız ölçütler/kavramlar içinde belki de en farklı/dikkât çekici olanı, en başta geleni, herhalde ‘‘irtica’’ oluyor.

     Nedeni pek bilinemez, ama işte size “dincilik” yakıştırmasıyla ve baskısıyla uygulanan insanlık dışı bir ayrımcılık örneği.

     Sorun ‘‘Din’’ olduğu için her nedense, ondan ‘‘irtica bahanesiyle’’ uzak durmayı yeğleyen bu katı, anlaşılmaz tutumun kendine göre çeşitli mazeretleri olabilir.

     Ne var ki, bu çalkantılı yönleniş (kaçış demek daha doğru olur) sadece bununla kalmıyor. Kendimiz/yaşamımız için tehlike olarak gördüğümüz bu olgunun ortaya çıkma olasılığından ürküyor, dünyevî değerler içinde kurduğumuz, hayal ettiğimiz şeylerin konforu bozulabilir endişesi yüzünden âdeta ‘‘psikolojik’’  bunalım içine giriyoruz.

     Ve sonrasında bir akıl yürütme biçimi ile hiçbir mistik olayı ciddîye almıyoruz. Ya bilimsel bulmuyor, ona karşı güvensizlik duyuyor ya da tüm uyarılara rağmen, sanki bizimle hiç ilgisi yokmuş, biz bir ‘‘İslâm ferdi’’ değilmişiz gibi tavırlar içinde kaybolup gidiyoruz.

     Çünkü refleks olarak ‘‘Dini algılama’’ gibi bir gerçekle yüzleşmekten korkuyor, kaçınıyoruz.

     Ve hemen arkasından belli belirsiz suçlamalar başlıyor:

     İrticacı, tarikatçı, softa v.s…

     Bu olgu hayatımızın çok önemli bir parçası olduğu halde, sadece ‘‘kuru bilgi’’ aşamasında kalmasını istiyoruz. Onunla yaşamak bize zor geliyor. Güven ve saygınlığımızın kaybolduğu hissine kapılıyoruz.

     Sanki ona karşı içimizde baskın bir şef var. Mistik terimleri, olayları çözümleme mantığı ile hareket etmiyor, düşünce dünyamızda yer etmesinden çekiniyor, âdeta kaçıyoruz.

     Ya da çok az bildiğimiz, şuradan buradan edindiğimiz mistik bilgileri, tartışmalarda beğenmediğimiz, hoşlanmadığımız insanları alt etmek için kullanıyor, aşağılıyor, suçluyor ve aynı zamanda insanî değerlere yakışmayan, hiç de şık olmayan sıfatlarla anmaktan çekinmiyoruz.

     Oysa kendimizi geliştirmek, eksik-kusurlu yanlarımızı görmek, hayatımızı değiştirmek, var oluşumuzun hakkını vermek, gerçeklerle yüz yüze kalındığında insan vasfını ortaya koymak, yerince affedebilmek, hataları görmezden gelmek gerekmiyor mu?

     Doğru yapılması zaruri olan bu değil mi?

     Öyle olması gerekiyor, ama bu asla gerçekleşmiyor.

     Unutulmaması gereken bir şey var; O da "Dinin", bir söylemden ibaret olmadığıdır.

     Hayatın içinde yol alırken geçtiğimiz çeşitli virajlarda, kaçınılmaz gerçekler karşısında, birbirimizle yüzleşmelerimiz bizi dağılmaktan, beşeriyetin en alt basamağına “süflî boyuta” inmekten koruyabilir, kendimizi eleştirerek, güçlüklere karşı metin olabilir, imtihanları kolaylıkla atlatabilir, tökezlediğimizde ayıplamayan bir psikolojiye/yaşama, inançlarına bağlı çok daha iyi bir hayat sürdürebiliriz.

     Esasen, bu güç koşulların adını koymamız için bir seçim yapmamız gerekecektir.

     Ya inançlı/imanlı, yarınlara güvenle bakabilen, önü açık, çağdaş bir insan gibi yaşamak durumunda olacağız, ya da karanlık/meçhule giden bir gemide yerimizi ayırtacağız.

     Ne var ki, bu aşamalarda yine de ‘‘irticacı’’ gibi süflî/yapay yakıştırmaları kabullenmek zorunda kalıyoruz.

     Bu ikilemi çözmemiz gereken durumlarda bizi ayakta tutan, aynı zamanda süzülmüş, inceltilmiş, başlı başına bir ahlâk olan “Mekarimi Ahlâk’a” sarılmak ve bir “Homo Culturicus” (1) olmak zorunda bulunduğumuzu akıllardan çıkarmayalım.

     En temel konularda bile inancını yerine getirmekten çekinmeyen insanın, davranış biçimi bence böyle olmalı.

     Aslında,  belirtmek istediğim bir başka husus da bilinen “irtica’’ korkusunu din dışı insanların yaşaması değil, dindar olanın, içimizde yer tutanın bu vasıfla anılmak istememesi, bundan gocunmasıdır.

     Bu yüzden, -dik durmak yerine- olaylara kuşkuyla bakan, buruk, dinselliği dışlayan, doğru düzgün bilgisi olmayan, kısaca sınırda yaşayan, değerlerini yitiren riyakârlar var aramızda.

     Ben onları hepten yok sayıyor, kendilerini düzeltmedikleri sürece İlahi Rahmet'e erişeceklerini düşünemiyorum.

 

(1) Kültür İnsanı

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi