MENÜ
Ankara 18°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Türkiye'nin kaderi
Vedat Bilgin
YAZARLAR
14 Eylül 2020 Pazartesi

Türkiye'nin kaderi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi kaderini Türkiye’nin kaderiyle özdeşleştirmesi, bir dava adamının ülkesini kucaklamasının, onu dava haline getirmesinin en açık ifadesidir. Emperyalizmin kuşatma altına almaya çalıştığı bir ülkenin buna vereceği cevaplar vardır; burası, bu topraklar dile kolay bin yıldır bağımsız bir devlet iradesinin yaşadığı topraklardır. Burada yaşananlar, boşuna yaşanmamıştır ve bunun idrakinde olmak, bunun devlet ve tarih bilincine sahip olmak emperyalist saldırılara nasıl karşılık verileceğinin de bir göstergesidir. Erdoğan düşmanlığının altında yatan da budur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün ABD, Fransa gibi ülkelerin açıkça hedef gösterdikleri bir devlet adamı, diğerlerinin farklı şekillerde düşmanlaştırmaya çalıştıkları bir siyasetçi ise, bu herhalde şahsi bir nedene bağlanarak, kişisel ilişkilerle izah edilebilecek bir durum değildir.

YOL AYRIMI

Türkiye’yi Batı’yla yol ayrımına götüren sebepler vardır. Bunlardan ilki, Türkiye’nin içine kapalı bir ülke olmaktan uzaklaşıp, bölgesinde ne olursa olsun sadece onunla ilgilenmemekle kalmayıp, Ortadoğu coğrafyasını işgal etme, parçalama, bölme, yeniden sömürgeleştirme girişimlerinde Batı’nın yanında yer alan bir ülke olmaktan da çıkmasıyla ilgilidir.

Gazi Paşa’dan sonra, Türkiye önce Avrupa ile sonra ABD ile bağımlılık ilişkilerinin önünü açan bir nevi 1838 benzeri anlaşmalar yaparak ülkeyi ekonomik olarak Batı’nın pazarı haline getirirken, Ortadoğu’da İran, Irak, Suriye, Cezayir başta olmak üzere Batı’nın bütün operasyonlarında Batı yanlısı bir politika izlemiştir. Bugün Türkiye, Batı sisteminin Ortadoğu’nun coğrafyasını yeniden etnik/mezhepsel parçalama siyasetine karşı ülkelerin bütünlüğünü savunan bir siyaset izlemektedir ki bu önemli bir yol ayrımı sebebidir.

Diğer önemli bir sebep, Türkiye’nin başta IMF, Dünya Bankası olmak üzere Batılı ekonomik kurumların politika belirleyiciliğinden uzaklaşıp kendi kalkınma siyasetini oluşturması ve bunda başarılı olmasıdır. Bazıları çıkıp, ‘IMF’nin bizim de ortak olduğumuz bir kredi fonu olduğunu, Dünya Bankası’nın ise rasyonel projeleri finanse eden bir banka, diğer ekonomik örgütlerin mesela Gümrük Birliği’nin de dış ticareti geliştirdiğini’ ilave ederek bütün bu kurumların Türkiye’ye ‘katkı yaptıklarını’ söyleyip, bu ilişkileri masum göstermek isteyebilirler.

BAĞIMSIZLIK

Bütün bu söylenenler, IMF’nin dayattığı programların ülkeyi bir krizden bir başka krize götüren bir bağımlılık sarmalı yarattığını, Dünya Bankası’nın kalkınmayı sürükleyecek projeler yerine, klasik periferinin metropol ekonomilere eklenmesini öngören projeler önerdiğini, AB Gümrük Birliği’nin dış ticaret açığını yapısallaştırdığı gerçeğini ortadan kaldırmaya yetmeyecektir.

Üçüncü önemli değişim ise, savunma sanayii ve askeri yapının NATO/Pentagon merkezli denetimden çıkarılıp, bağımsız bir ülkenin siyasetiyle şekillendirilmesidir. Bu noktada S 400 karşıtlığını yapanları hatırlayalım!

Bütün bunları yapan bir ülkenin Devlet Başkanı, ülkesinin Akdeniz başta olmak üzere her yerde haklarını, bütün coğrafyanın hukukunu savunduğu, kaderini ülkesiyle özdeşleştirdiği için saldırıların hedefindedir. Bağımsız Türkiye’nin bedeli vardır. 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi