MENÜ
Ankara 22°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Aynayı Aramak
Metin BOŞNAK
YAZARLAR
22 Nisan 2013 Pazartesi

Aynayı Aramak

Varsayalım ki yok!
Yok sandığımız çoğu zaman bulamadığımızdır.
Bazen bulamadığımızı da yok sayarız.
Bazen yok saydıklarımız yüzleşmede sıkıntı çektiğimizdir.
Zaman veya mekânda onunla senkronize olamamak var olanı yok kılmaz.
"Kendimi bildim bileli" deyince, cidden büyük bir iddia var demektir…
Kendini anlama çabası hem felsefede hem mitolojide hem de metalürjide önemli açılımlara yol açtı.
Kendini bilme çabası "ben neyim?” sorusu olduğu kadar “ben nereden geldim?” ve “neden buradayım?” ile de bağlantılı.
Kendini bilmek, ayna işlevi gören varlık ya da malzeme ile felsefi düşünce ile olan bir muhasebe eylemidir.
Kendini önceden bilirken, kendini bilmezlerden olan ilk defa iblistir.
İblis için insanın varlığı ayna olacak ve hasedinin farkına varacaktır...
Âdem için ayna olan kendini bilmesini sağlayan ise Havva'dır.
Bu süreci tetikleyen de İblis olur.
“Ben neyim?” sorusu var olduğumuzu ikrar ile başlar bizde.
Var olmayanları anlamaya çalışır.
Ama “ben ne değilim?” sorusunda aynı ton yoktur.
Kendini bilmenin asıl yolu kendine bakmaktır.
Aynalar bunun için vardır.
Aynanın ilk kullanımı MÖ 6000 senelerine dayanıyor.
Ancak arkası metal ön kısmı aynaya benzer malzemelerin ortaya çıkışı çok daha geç.
Yani ayna aslında çok sonradan insanlık tarihine girdi.
Peki, insanlar daha önce nasıl bakardı kendine?
Aynanın icadı ile insanın başka insan ve doğayla iletişiminde azalma oldu aslında.
Nedeni ihtiyaçsızlık.
Ayna kelimesi de zaten “ayn(=göz)” kökünden geldiğine göre, ayna aslında kendimize bakmamızı sağlayan bir göz işlevi görür.
Ayna tarihte bir yerlerde ciddi bir devrim yapmış olmalı!
Felsefe tarihinde bile insanın kendini bilme anlama çabası geç başlamıştır...
Mesela Sokrat'a kadar felsefelerde evreni ve unsurlarını anlama çabası vardı.
İnsan onları anlama çabasındaydı, ama odaktan bakıyordu...
Sokrat'la insan kendine dair sorular sormaya başladı.
Başlangıç o olmadı, ama o sistemik olarak insana dair aynalara daldı.
Narcissus hikâyesi de mitolojide aynaya olan ilk eğilimle, suda kendini, kendi yansımasını arayan insanı anlatır.
Kendi güzelliğine vurulan güzelliğin hikâyesi…
Narcissus hikâyesi çok açıdan önemli.
İnsanın kendini bir yansımasında görmesi kadar, kendiyle buluşma çabasını da anlatıyor.
Ayna bir anlamda insanın parçalanan bilinci de.
Narcissus'un erkek olmasının anlamı da var tabii.
Eros'un mitolojide erkek olması da...
Eros yani aşkın varlığı, ancak Psyche (=ruh) ile olacaktır.
Öte yandan, Delphi'de, Parnas Dağı’nın hemen karşısında Apollo’ya vakfedilen yerde anlatılanlar var 2400 sene önce.
Onun mekânına yaklaşana derinden bir ses, "kendini bil!" dermiş.
Ve dini sistemler kadar felsefi sistemler de arayışın özünde "kendini bil!" bir düstur olacaktır.
Hint felsefesi de buna dâhildir.

Kendini bilme, her zaman birinin ya da bir şeyin sizi size anlatmasıyla da olmuyor.
Bazen ciddi "imtihan"lar kendimizi bilmek için vesile olur.
Yaşadıklarımız ayna olur bizlere; o nedenle tecrübe pek aktarılamaz.
Bir yıl, bir ay, bir gün öncesi bugüne ayna olur.
Eyüp'ün kendini bilmesi, Yusuf'un kendini bilmesi, Yunus'un kendini bilmesi ciddi engel atlamalarla olur.
Mesela Eyüp anlar ki, sıkıntı çekmek için ille de kötü insan olmanız gerekmez.
Acılar ille de kötü olmamızla ilgili değildir...
Eşi, çocukları kendini terk eden Eyüp'ün hastalığı, kardeşlerinden zulüm gören Yusuf, emaneti alan ama ona muhatap bulamayıp kızan Yunus...
Hz. Peygamber'in haline bakınca da benzer şeyleri görürüz.
Hz. Peygamber, peygamber olmadan önce insan olarak, sonrasında resul olarak kemale erdi.
Önce yetim, sonra öksüz kalır, ama inandıkları öksüz kalmasın diye ömrünü harcar.
Kendisi "ümmidir.
Yani anadan doğduğu gibi saf ve masum bakar dünyaya.
Giderek bir amcanın şehit edilmesi, diğerinin inanmadan vefat etmesi gelir.
Sonra koca Peygamberin içine düştüğü “hüzün yılı” gelir.
Kendini insan olarak bilme süreci tamamdır.
Ancak Resul olarak aynı derece hazır da değildir.
Onu da kendini bilerek üstlenir. "Ey örtülere bürünen!”
Artık örtüleri bir yana bırakacak ve “uyarmaya” başlayacaktır.
Kendini bilmesinin doruk noktasını Hz. Peygamber Veda Hutbesinde yaşar.
"Şahit ol, şahit ol! Şahit ol!" dediği andır o.
Kendini bilmesine insanlar da vesile olur olaylar da.
Abese Suresi’nde olan mesela…
“Nereden bilebilirsin [ey Muhammed!] belki de o arınacaktı! Yahut [hakikat] hatırlatılacak ve bu hatırlatma kendisine fayda verecekti. Ama kendini her şeye yeterli görene gelince, sen bütün ilgiyi ona gösterdin, hâlbuki onun arınmaktan geri kalmasının sorumlusu sen değilsin!”
Allah kendi Peygamberini bir ama insana yüzünü ekşitti diye âdeta azarlar...
Bilir ki kendi güzel niyeti, kendini yormaktadır...
Bilmek kelimesinin de farklı fiillerle ifadesi, çağrışımları var.
Bilim adına "bilmek!" En zavallı olan bu olsa gerek. (Bilim insanlarından özür dilerim.)
Ve Kur'an-ı Kerim "arefe" fiili hem insanların hem toplulukların birbirine ayna olduğunu anlatır...
"Sizi farklı, kabile ve toplumlar olarak yarattık ki, birbirinizi bilesiniz (tanıyasınız.)"
Yani birbirinize maruf olasınız...
Hâsılı, aslında Kuran da evren kitabına bir ayna tutar.
Birini okurken diğerini anlamak, bir kitabın anlamını diğerinde görmek gibi...
Yani kastımız ne tarihi ne hali Batı'daki gibi, çatışan unsurlar olarak değil, birbirine ayna olarak bütüncül görmekte yarar var.
Kendimizi küçük görmenin anlamı yok.
Kendini bilmekten öte yol da yok...
Kendini bilmek gücünü ve zayıflıklarını bilmekten ibarettir.
Ve acizliğini anlamakla başlar her biliş…
Sır dersek saklanır her şey!
Ayna!

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi