MENÜ
Ankara 25°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Adı üstünde; Dedikodu bu!
Ahmed F. YÜKSEL
YAZARLAR
22 Temmuz 2013 Pazartesi

Adı üstünde; Dedikodu bu!

 

Şüphesiz içinde bulunduğu sistemi hedef almayıp, tavsiyelere kulak vermeksizin yaşamak isteyenleri zor günler bekler.

Bunlardan biri de dedikodu mekanizmasının çalışmasıdır.

Özellikle kişiler boş kaldıklarında veya hiçbir sorunu çözemedikleri ve hızla destek yitirdiklerini gördüklerinde bu yola, yani dedikoduya girerler.

Sözünde durmayan, beceriksiz, üretimden yoksun beyinlerin işidir bu denebilir. Buna başvuranlar, sanki kendilerini görkemli bir havaya sokacaklarını düşünürler ama düşüncelerinin hepsi safsatadır.

Dedikodu yapan sonuçta kendi başını yer o kadar!

Birçok kimse onlardan uzaklaşır. Toplumda saygınlığını kaybeder.

Çünkü gıdaları bu negatif enerjidir. Ancak bir fiske ile düşecek durumda olurlar.

Menfi yönlü değerlerin artışıyla, dedikodunun yanısıra zina, iftira vasıflı konular da günlük hayatımıza, veritabanımıza yerleşmiştir.

Bunun bir yığın örnekleri var!

Kötü huy ve ahlâk bozukluğu olarak görülen “Gıybet” kavramına, bir de arkadan kaş göz işareti yapıp alay edenleri de ilave etmek gerekir.

Bütün bunlar bir yana, bırakın bir kimse veya konu hakkında beyanda bulunmayı, yoruma girmek dahi basitliğin bir ifadesi sayılır.   

Değişik kanallarda dedikodu üretim merkezi olarak kabul edilen, her türlü açmazlığın büyük bir hoşgörü ile sergilendiği "paparazzi" programları ve gayesinden uzak biçimde hazırlanan pek çok yapımı dikkatle izliyorsunuzdur. 

Bunların izlenme oranının maalesef çok yüksek düzeyde olması da oldukça düşündürücüdür.

Bu durum insanımızın ne halde olduğunu gösteren açık bir kanıt.

Esasen “O şunu yapmış, bu şöyle demiş; filan şöyle giyinmiş yakışmamış; fişmekanda varmış da sizde niye olmasınmış...” gibi lâkırdılarla günlerimizi geçirmemeliyiz derim.

Tasavvuf ehli işaret edilen noktayı, “kâl değil, hâl ehli olmak” şeklinde dile getirmiştir.

Yapılanların, söylenenlerin nereye varabileceğini kestirebilseydik, bu tür olaylardan uzak durur ve her türlü tedbiri alırken acilen kelimelerimizden “im” ve “miş” eklerini kaldırırdık.

Bu strateji çerçevesinde ve öngörüler doğrultusunda, olay daha vahimleşmeden, birey zamanında etkili önlem alabilse, olayın büyük boyutlara ulaşması önlenebilir.

Şimdi dilerseniz beyinde bu dedikodu mekanizmasının nasıl işlediğine bir bakalım...

Dedikodunun merkezinde kişinin kendi dışındakini merak etme, araştırma yatar.

Bu merak hayvanlarda da vardır. Onlardaki merak yaşadığı ekolojik ortamın getirisi olan, bilinçli olmayan ve kendini koruma adına dikkat kesilme şeklinde açığa çıkar.

Bu ilginin dikkat kesilme şeklindeki açığa çıkışı beyin sapı tarafından bir başka deyişle sürüngen beyinledir.

Hakiki anlamda “insan” manasını yani gerçeği yaşama istidatına sahip olanlarda bu merak, bedensel ve dürtüsel değil, kişinin hakikatini yaşamaya yönelik olarak verileri inceleme ve değerlendirme şeklinde prefrontal kortekste açığa çıkar.

Dolayısıyla, “dışarısı” diye algıladığına ilkel anlamda dikkat kesilen ve onun bunun dedikodusunu yapan mental hayvandır ve maalesef beyin işleyiş sistemi gereği de bu olay ne kadar çok tekrarlanırsa, veri tabanı bunu kanıksar ve “alışkanlık” adı altında özellikle beyincik ve limbik sistemdeki nöronlar sürekli  bu konuda aktif olarak çalışarak, kişinin kendisi ile değil, başkaları ile ilgilenmesi yönünde açığa çıkar ve bu durumda mental yapı kendi hakikatini yaşamaktan çok uzak, başkalarının hayatının yorumunu yaparak ömrünü tüketir.

Şimdi bütün bu açıklamalar istikametinde konuyu bir de frekansal açıdan izah etmeye çalışalım...

Beyinde tad alma, görme, koklama, renk ayırımı vs. özellikler bir frekans merkezinde toplanır. Bu hormonal yapıların faaliyetinin oluşmasıdır.

Hormonların devreye girişi ile artı ve eksiye dayanan bir çalışma sistemiyle beynin ürettiği, bir nevi backupı, mikrodalga ikizi, holografik dalga olan ruh adlı yapıya kayıt yapılır.

Diğer yandan her beyin kendi frekansına uygun yapılarla sürekli iletişim içindedir.

Bunu enerji alışverişi olarak kabul etmeliyiz.

Dolayısıyla, diyelim ki; bir kimse hakkında, O'nun istemeyeceği şekilde konuşuldu. Olay, dış görünüş itibarı ile bilinen şekilde dedikodudur. Buradaki işlev de, elektromanyetik bedendeki pozitif potansiyelin, başka bir deyişle artıların dedikodusu yapılan kişiye aktarılmasıdır.

Şayet, dedikodusu yapılan kişide bu bahsini ettiğimiz şey yoksa, otomatikman hakkında konuştuğu kişinin eksilerini alır.

“Gıybet eden, pişmanlık içindeyse ne olur?”.. Bu sorunun akla gelmesi de muhtemeldir.

Şöyle ki; o kişi artılarını gönderir, buna mani olmak mümkün değildir. Ancak karşı tarafın eksileri devreye girmez, ona ulaşamaz.   

Biz içinde bulunduğumuz sistemin nasıl ve ne şekilde çalıştığının farkında değiliz.

 Anlatılanlar beyinsel işlevlerdir.   

Aslında, bu nokta algılayamadığımız bir şekilde, beyinlerin rezonansa girmesiyle –dedikodu- düşünce boyutunda başlamakta, dilde sona ermektedir.

Temennimiz, sistemin dikkate alınması ve menfi düşüncenin dile ulaşmamasıdır.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi