MENÜ
Ankara 15°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Şehirde ölmek!
Vedat Bilgin
YAZARLAR
5 Kasım 2020 Perşembe

Şehirde ölmek!

İzmir’de meydana gelen depremde yıkılan o apartmanlar arasında hayatlarını kaybeden insanlarımız, sadece acı bir tabloyu değil, aynı zamanda milyonlarca insanın bulundukları şehirlerde, içinde oturdukları evlerde nasıl bir ortamda yaşadıklarını da göstermiştir.

Dünün Türkiye’sinde toplumun sadece nüfus olarak büyük çoğunluğu köylerde yaşamıyor aynı zamanda toplumsal sistemin bütün kültürel, sosyal ve ekonomik üretiminin merkezinde de köy ve tarım yer alıyordu. Bu ilişkiler değişti, 1970’li yıllarda hızla açığa çıkan mekânda görünürlük kazanan bir şekilde şehirlere doğru kaymaya başladı; 2000’li yıllarda artık şehirler, hatta metropoller ağırlık kazandı. Daha önce başlayan fakat 70’li yıllarda hızlanan şehirleşme süreci sadece bir göç olayı olmaktan öte, toplumsal yapıda büyük değişmeleri ve kaçınılmaz olarak çok önemli sorunları ortaya çıkarmıştır.

ŞEHİR KÜLTÜRDÜR

Bunlar arasında en önemli sorunlardan biri olarak ‘gecekondulaşma’ üzerinde çok sık durulur fakat meselenin bir şehir kültürü, şehir mimarisi ve şehir estetiği ve dahası ‘şehir hakkı’ olarak bu mekânda toplanan insanların sağlıklı toplumsal ortamda yaşaması, kamusal hayata katılımı üzerinde hem çok konuşulmaz hem de bu bir problematik haline getirilmez.

Gecekondular, şehirlerin etrafında büyüyen yoksulluk mahalleridir, şehre eklemlenmiş marjinal bir yaşama alanı, şehirde tutunma çabasındaki insanların mekanıdır; bunun için bir geçiş toplumu formu Mübeccel Kıray’ın ifadesiyle ‘tampon mekanizma’dır. Gecekonduların apartmanlaşması ise artık geçişin dışına çıkıldığı bir süreçtir, sorunun yapısallaşması demektir; problem 1980’li yıllarda hızlanarak büyümüştür.

Türkiye’nin şehir mekânlarına dışardan bakan biri ‘İstanbul, Bursa, Konya, Sivas, Bağdat, Halep, Üsküp, Bosna, Edirne gibi koca bir imparatorluğun şehirlerini şekillendiren, sokaklarını, köprülerini, hanlarını, hamamlarını, camilerini, bedestenlerini inşa eden, yöneten Türkler, sahip oldukları şehir hafızasını bütünüyle unutmuş olabilir mi’ diye sormaz mı dersiniz!

MEKÂNI ŞEHİR YAPMAK

Mesele çok yönlüdür. Birincisi, şehir kültürü ve şehir estetiğini içermeyen bir mühendislik/mimarlık anlayışının hatta ideolojisinin üniversitelerde dâhil olmak üzere yerleşik hale gelmesidir. İkincisi, mahalli yönetim anlayışının şehir kültürü ve şehirciliğin prensiplerinden uzak bir biçimde şekillenmesidir. Üçüncüsü ‘şehir rantının’ kamusal bir değer olarak estetik mimari ve imara kaynak oluşturacak bir fonksiyona (TOKİ devreye girene kadar) aktarılamamasıyla ilgilidir.

Dün, bu sorunları anlama ve çözmede yetersizlikler yaşamaktaydı, bugün sahip olduğumuz teknik, ekonomik ve insan gücü olarak bu sorunları çözecek bir yerdeyiz. 99’da deprem karşısında yaşanan çaresizlik, devletin ne kurtarma ne deprem sonrası halka sağlık, gıda, barınma, su dahi götüremediği bir durumdan bugün halkının yaralarını saran, AFAD’ı, Kızılay’ı ile sağlık teşkilatıyla her hizmeti veren nitelikli varlığı sorun çözme gücünün ifadesidir. Bugün devlet, vatandaşlarını sağlıklı ve güvenli şehirlerde yaşatacak dönüşümü başaracak bir yerde durmaktadır. Van’ı yeniden yapan, Elazığ’ı bir yılda ayağı kaldıran devlet, eski Türkiye’nin şehirlerini dönüştürmek zorundadır.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi