MENÜ
Ankara 18°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Bu cehennem bu cennet bizim!
Metin BOŞNAK
YAZARLAR
1 Haziran 2013 Cumartesi

Bu cehennem bu cennet bizim!

Nazım Hikmet’in harika şiirlerinden biridir.

Der ki:

"Dörtnala gelip Uzak Asya'dan,
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, 
bu davet bizim...

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim... "

Ve o hasret devam ediyor.

BU şiirde coşku var, vatan aşkı var, tarihe bütüncül bakan bir felsefe var.

Dahası, sosyalist dinamiklerin etkisiyle ifade edilen bir bireylik ve kardeşlik hissi var.

Orman olarak milletin ifadesi, ağacın bireyle özdeş olması güzel mecazlar.

Ağaç güzel, orman güzel.

Ormanda solunan ortak hava güzel.

O nedenle de bir kibrit ya da izmarit bizi bitirmeye yetiyor.

Son Gezi Parkı gösterilerinde yaşadık bunu.

Ortalık sadece Taksim’de değil, sosyal medyada da toz duman.

Bazı kanalların Türkiye’de ya da İstanbul’da kameraları yok gibiydi.

Bazılarının da Taksim’den başka yerde kameraları yoktu.

Gezi Parkı olayları çok açıdan “deja vu!” niteliği taşıyor.

Bazılarına göre, bu Tahrir Meydanı’nın İstanbul sürümü.

Bazılarına göre, “karanlık” dış güçler yine sahnedeler.

Doğal olarak “aydınlık” iç güçler de olayların içinde.

Ağaç kesimini protesto olarak başlayan eylemler çığırından çıkarıldı.

Bizde adettir zaten: ağacı korur, insanı mahvederiz.

Yine bir tarihsel savaşın güncel izdüşümü oldu Taksim.

Mesele neyin yapılıp neyin yıkılacağı olmaktan çıktı zaten.

Hukuki, siyasi, ekonomik rantın ötesine de geçti.

Yine Türkiye içinde oluşan ayrışımlar, Türkiye ve diğer ülkeler arasındaki

Bu olayın yansımasında neler olmadı ki,

Osmanlı-Cumhuriyet hatıralarının çatışması vardı.

Kapitalizm-sosyalizm çatışması vardı.

Hükümet-muhalefet çatışması vardı.

Başbakan bu olayı yine “CHP zihniyeti” olarak açıkladı.

Öcalan’ın mektubunu Türkçe olarak okuyan bir BDP’li vekilin durumunu es geçiyordu.

Ancak Başbakan Yardımcısı Arınç da benzer tarzda konuştu.

Mahkeme acilen ve mesai sonunda ve hafta sonunda yürütmeyi durdurma kararını vermişti.

Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesine karşı başlayan eylemin dördüncü gününde güvenlik güçlerinin müdahalesiyle ortalık savaş alanına dönmüş, gaz bombası, biber gazı ve tazyikli suyla yapılan müdahaleden göstericilerin yanı sıra esnaf ve turistler de etkilenmiş, eylemciler otel ve işyerlerine sığınırken yeraltı treni seferleri durmuş, eylemciler de polise şişe, taş ve sopalarla karşılık vermiş, BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de hastanelik olmuş, bu arada, sürpriz bir karar mahkemeden gelmişti. Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği’nin müracaatını değerlendiren İstanbul 6. İdare Mahkemesi, oyçokluğuyla Topçu Kışlası’yla ilgili yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Mahkeme, asıl kararını verene kadar Gezi Parkı’nda herhangi bir inşaat faaliyeti yapılamayacaktı. Mahkemenin kararına rağmen olaylar gece Taksim’e çıkan cadde ve sokaklara genişlemiş, eylemciler arasında yüzleri maskeli kişilerin de olduğu görülmüştü. Ve Arınç burada devreye girmişti.

Mahkemenin yürütme kararını isabetli ve yerinde bulduğunu da kaydeden Arınç, belediye ve Kültür Bakanlığı'nın gelişmeleri iyi anlatamadığı için halka özür borcu olduğunu ifade etti. Arınç, oğlunun AVM'nin ortağı olduğu haberlerine de tepki göstererek, "Benim oğlum ücretle çalışıyor. Yaşantımız belli. Ayın sonunu zor getiren insanlarız" diyerek tartışmalara ayrı bir güzellik kattı.

Öte yandan, Aydın Doğan’ın demokrasiye katkıları da gaz kadar gözleri yaşarttı.

Doğan Haber Ajansı sadece Türkiye’ye değil, dünyaya da demokrasi görüntüleri aktardı.

CNN International, El Cezire, Reuters, APTN gibi onlarca medya kuruluşu, DHA’nın canlı ve aktüel görüntülerini ekranlarına taşıdı.

Bir vakitler Erdoğan’ı göklere çıkaran kesimler ve yabancı medya birden tersine döner oldu.

Genç Siviller epey yaşlanmışlardı.

Hangi kışlada kayboldukları ise meçhuldü.

 

Alman, İngiliz, Norveç ve Amerikan basınında Orman gibi oldu dünya nasılsa.

Birden hepimiz kardeş oluvermiştik.

Ankara’dan, İzmir’den ve İngiltere’den destekler gelmeye başladı.

Hyde Park’tan “İstanbul yalnız değil!” diye seslenenler vardı.

Amerika’dan da selam çakanlar oldu ağaçlara.

Arkasından “Türk Baharı” süreci diye sözler dolaşmaya başladı.

Ne yani CIA Arap Baharı yaparken Türkiye yardımcı olmadı mı?

Yoksa aslında CIA’nın yaptığı bahar klimalarına karşılık rakip İngiliz firmaları mı vardı?

Erdoğan’ın birdenbire “Hüsnü Mübarek” olmasına ramak kaldı.

E, Akif Beki, yıllar önce onu, Musa olarak anlatmıştı.

Birinde siyasi olarak diğerinde dini olarak tanımlanan Erdoğan aslında kimdi?

NTV’de olaylara telmihle Hitler görüntüleri yer alıyordu.

Hitler’in karizmasına yapılan vurgular, sonra Yahudilere yaptığı zulümler akla gelmişti.

Yoksa Türkiye’de bazıları Alman Yahudilerinin yerine kendileri mi koymak istiyordu.

Arkasından yine Taksim’den görüntüler beliriyordu.

Ve bunları izlerken, bir dakika olanları anlayalım demek vebaldi.

O anda bu etki nereden geliyor yerine, Erdoğancı ya da Erdoğan karşıtı olmak lazımdı.

Görüntülerin bir kısmıyla gerçeğin ne kadarı örtülüyor diye düşünmek olmazdı.

Dedik ya biz ormandık, bir kibrit yeterdi.

Polisin, “halk için emniyet; adalet için hizmet” sloganı çehre değiştirmişti.

Bir de İdari Mahkemeden hükümeti sıkıntıya sokacak karar gelmesin mi?

Ve Arınç hukukçuydu.

Kısa zaman önce, bu sefer “vekâleten” Gülen’le görüşmeleri olmuştu.

Ve biz ormandık, bir kibrit bize yeterdi.

Ve Erdoğan hâlâ hem bu iş olacak, diyordu.

Durmak yok, yola devamdı.

Ancak beraber bu yollarda yürüdüğü insanlar, aynı yağmurda ıslanmıyorlardı.

Ve ortalıkta dolaşan “haberler,”  fotoğraflar vardı.

Erdoğan Polisin mi yargının mı yanlış yaptığı konusunu düşünürken “CHP zihniyeti”nde karar kıldı.

Ne de olsa Kılıçdaroğlu, Avrupa’ya kendi devletini, milletini “gammazlamış” ve tepki almıştı.

Ha, bu arada Topçu kışlası zaten o zihniyet tarafından yıkılmıştı.

Taksim Kışlası ya da Halil Paşa Topçu Kışlası, 1780 - 1940 yılları arasında İstanbul Taksim Meydanı'nda var olmuş, 1940 yılında İstanbul Valisi ve Belediye başkanı sıfatıyla Lütfi Kırdar'ın isteği ve Avrupalı şehir planlamacılarından Henri Prost'un tavsiyesi üzerine yıkılan kışlanın yerine konut ve sosyal etkinlik alanları inşa edilmesi kararlaştırıldı, fakat planlanan düzenlemeler de yapılmamıştı. Üstelik hem Kışlanı mimarı, hem de Kışlanın yerine başka planları olan Prost “yabancı” idiler. (Başbakan bunları ekranda ifade etti.)

Taksim Kışlası 1780 yılında Osmanlı padişahı III. Selim zamanında Selimiye Kışlası’nın Avrupa yakasındaki karşılığı olarak, Balyan Ailesinden Krikor Balyan tarafından yapılmıştı. Gerçi Dolmabahçe Sarayı da öyleydi, ama olsundu.

Halk TV, NTV, Ulusal TV izleyince ülke Tito dönemini aratmıyor, votka çek, hücum!

Star ve ATV de ayranlı görüntüler.

Su içen kalmadı mı memlekette?

Bana öyle geliyor ki, birileri Londra'da, Washington'da, Tel Aviv’de ellerini ovuşturmuş, "yine yaptık, becerdik bu işi!" diyorlar.

Allah yardımcımız olsun!

Bu cennet, bu cehennem bizim.

Ancak “bizi” tanımlama da bile sıkıntımız oldu.

Bir ormana, bir kibrit yeterli!

Kibritin çöpü bizden, çırası dışardan.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi