Ankara'da bir sonbahar sabahı... Meclis'in önünden geçerken gözüm eski dostum Mehmet ağabeye takıldı. Her zamanki gibi simitçi tezgahının başında...
"Hayırdır Mehmet abi, bugün pek düşüncelisin?" dedim.
"Ah Yavuz'um" dedi, "şu anayasa meselesi var ya, kafamı kurcalayıp duruyor."
Simit aldım, çay söyledim. Mehmet abi anlatmaya başladı:
"Bizim oğlan üniversitede okuyor. Geçen gün geldi, 'baba' dedi, 'devlet başka, millet başkaymış.' Şaşırdım kaldım."
Gülümsedim. "Peki sen ne dedin?"
"Ne diyeceğim? Dedim ki, oğlum biz bu devleti milletçe kurduk. Nasıl ayrı olurmuş?"
İşte size halkın sesi... Yıllardır bu sokakta simit satan Mehmet Bey bile biliyor aslında meseleyi.
Oradan ayrılıp TBMM'ye doğru yürüdüm. Kulislerde hararetli tartışmalar... Bir köşede eski dostum, emekli büyükelçi Ahmet Bey'i gördüm.
"Nasılsın Ahmet Bey?" dedim.
"Sorma Yavuz'um" dedi, "şu anayasa tartışmaları canımı sıkıyor. Devlet ve millet kavramlarını birbirinden ayırmaya çalışanlar var."
"Peki sen ne düşünüyorsun?" diye sordum.
"Yavuz'um" dedi, "ben nice ülkeler gördüm. İnan bana, devletini milletinden ayıran hiçbir ülke ayakta kalamaz."
Ahmet Bey'in sözleri kulaklarımda, Anıtkabir'e doğru yürüdüm. Atatürk'ün o meşhur sözü geldi aklıma: "Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir..."
Evet, bu millet çalışkandır, zekidir ve en önemlisi, devletine bağlıdır. Çünkü bilir ki devlet demek, millet demektir.
Akşam olurken Kızılay'da bir çay bahçesine oturdum. Yanımdaki masada iki genç...
"Abi" dedi biri, "bu devlet-millet meselesi ne oluyor?"
Gülümsedim. "Evladım" dedim, "devlet ve millet, aynı vücudun iki eli gibidir. Biri olmadan diğeri bir işe yaramaz."
Gençler başlarını salladılar. Anladılar...
İşte size Ankara'dan, devletin kalbinden notlar... Simitçisinden emekli büyükelçisine, gencinden yaşlısına herkes biliyor: Devlet ve millet ayrılmaz bir bütündür.
Ve son söz: Bu ülkede devlet de biziz, millet de...