Ankara'nın sessiz bir semtinde, eski bir dostumla buluştum dün akşam.
Adını vermeyeyim, üniversitede İslam tarihi profesörü.
"Yavuz," dedi, gözlerinde o bildiğim ışıltıyla, "sana ilginç bir şey göstereceğim."
Masaya bir kağıt koydu. Üzerinde uzun bir liste...
"Bak," dedi, "bunların hepsi toplumumuzda yaygın olarak kullanılan dini terimler. Ama Kur'an'da geçmiyorlar."
Şaşkınlıkla listeye göz gezdirdim:
Peygamber kelimesi (Kur'an'da Nebi/Resul geçiyor), Azrail, İsrafil, Havva, Hazreti (hz), kabir hayatı, kabir azabı, Münker/Nekir, sırat köprüsü...
"Durun hocam," dedim, "bunlar yok mu gerçekten?"
Gülümsedi: "Yok Yavuz'cum. Dahası var, dinle..."
Devam etti: Miraç olayı, kainatın Muhammed için yaratılması, "Habibim" kelimesi, Sünnet-i Resulullah, türbe, yatır, mevlit...
Liste uzayıp gidiyordu:
Ölü için Kur'an okumak, üç aylar, iskat, sünnet/kaza/teravih/kabir namazları, mezhepler, kandil geceleri, sarık, cübbe...
"Peki ya bunlar?" diye sordum: "Nazar boncuğu, erkek çocuk sünneti, 61 gün oruç kefareti, şeytan taşlamak?"
"Hiçbiri Kur'an'da yok," dedi hocam.
Kafam allak bullak olmuştu.
"Şefaat ya Resulallah, himmet ya şeyh, medet ya Ali" gibi ifadeler de yokmuş Kur'an'da.
"Peki hocam," dedim, "bu kadar şey nasıl girmiş dinimize?"
Derin bir nefes aldı: "Kültür, gelenek, tarih... Hepsi karışmış zamanla. Ama Kur'an ne diyor biliyor musun? 'Rabbinizden size indirilen ne ise siz ona uyun.'"
Eve dönerken düşündüm durdum.
Ne çok şey öğrenmiştik, ne çok şey sorgulanması gerekiyordu.
Sevgili okuyucularım,
Belki de zamanı geldi.
İnandıklarımızı, uyguladıklarımızı bir gözden geçirme zamanı.
Kur'an ne diyor, biz ne yapıyoruz?
Bu soruyu kendimize sormalıyız.
Ne dersiniz, bir düşünelim mi?