Bu satırların yazarı, her pazar olduğu gibi bu sabah da erkenden Ankara'nın Kuğulu Park'ındaydı. Ancak bugün, alışılmış pazar huzuru yoktu parkta. Telefonuma düşen acı haberle sarsıldım: Diyarbakır'da kaybolan Narin kızımızın cansız bedenine ulaşılmıştı.
Yürüyüşümü yarıda kesip, her zamanki uğrak yerim olan Tunalı Hilmi Caddesi'ndeki kafeye yöneldim. Pazar sabahının sakinliğinde, televizyonda Diyarbakır'dan gelen görüntüler vardı. Narin'in ailesi, komşuları, tüm mahalle... Herkesin gözünde aynı acı, aynı isyan okunuyordu.
Kafenin sahibi Mustafa Bey yanıma geldi. "Bu nasıl bir vicdansızlık?" diye sordu, cevabını kendisi de bilmiyordu.
Öğleye doğru, emekli öğretmen bir dostumu aradım. Yıllarca ilkokullarda görev yapmıştı. "Toplum olarak çocuklarımızı koruma konusunda nerede eksik kaldık?" diye sordum. Derin bir iç çekti, "Keşke bilseydim," dedi.
Bu pazar, Ankara'nın her zamanki cıvıl cıvıl hali yok. Sanki tüm şehir, tüm ülke Narin için yas tutuyor.
Akşamüstü, bir zamanlar çocuk hakları üzerine çalışmalar yapmış eski bir milletvekili dostumla telefonda konuştum. "Yarın Meclis açıldığında bu konu mutlaka gündeme gelecek," dedi. "Parti farkı gözetmeksizin, çocuklarımızın güvenliği için ne gerekiyorsa yapılmalı."
Bu olay bize bir kez daha gösterdi ki, bir çocuğun güvenliği sadece ailesinin değil, tüm toplumun sorumluluğudur.
Narin kızımıza Allah'tan rahmet, ailesine ve milletimize başsağlığı diliyorum. Ve umuyorum ki bu acı olay, çocuklarımızı koruma konusunda toplumsal bir uyanışa vesile olur.
Çünkü unutmayalım: Bir toplumun geleceği, çocuklarının gözlerindeki ışıltıda saklıdır. O ışıltıyı söndürmeye kimsenin hakkı yok!