MENÜ
Ankara 19°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Ergenekon’dan çıkarken
Metin BOŞNAK
YAZARLAR
22 Mart 2013 Cuma

Ergenekon’dan çıkarken

Çok hassas dönemlerdeyiz.
Çanakkale Savaşının yıl dönümünü yeni idrak ettik.
Arkasından Nevruz kutlamaları geldi.
Nevruz Orta Asya'da binlerce yıldır kutlanan bir bahar bayramı.
Ergenekon’dan çıkış, hem sıkıntıdan hem de kıştan çıkmak anlamındaydı.
Türkiye’de yıllardır bazı odaklar bu bayramı bir kimlik ve kalkışma vesile yapmak istedi.
Orta Asya’nın bir geleneğini, Türkiye’yi bölmek amacıyla kullandılar.
Ve dün, Diyarbakır’da Nevruz yüzbinlerce insanın katılımıyla kutlandı.
Nevruz artık Türkler ve Kürtlerin yeni dönem için kucaklaşma bayramı olacaktır.
Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında yaşanan bazı lüzumsuz uygulamalar unutulmadı.
Sonrasında 19 Mayıs gelecek benzeri şeyler belki gene olacaktır.
Ancak bu süreçle beraber tüm Milli bayramlara sahiplenmek lazımdır.
Dini bayramlarda zaten sıkıntı yoktur.
Devlet kendi kimliğini biraz geriye alarak, teröre destek verenlerin kozlarını düşürmek istiyor.
Terörle mücadele Türkler ve Kürtler arasında olmadı zaten.
Yaşadığımız bir düşük yoğunluklu savaştı; Türkiye birçok ülkeyle savaşa geldi.
Ve bu savaş Türkler ve Kürtler arasında değildi.
BU savaş Türkiye Cumhuriyeti ile onun defterini Çanakkale’de dürmek isteyenler arasındaydı.
Dahası, Çanakkale’de müttefikimiz olan ve sonradan süper olan ülkelerde oldu bu savaşta.
Şimdi artık bu sırtımıza saplanan hançeri çıkarmak zamanıdır.
Bu sorunun halli Türkiye için yeni bir İstiklal Savaşı hükmündedir.
Çok uluslu bir katliam ve siyasi ihale şirketine karşı savaşa geldik.
Muhatabımız Kürtler değildi.
Titreyip kendimize dönme zamanıdır.
Göktür Kitabelerinde ifadesini bulan Tabgaçları alt etmek için gerekli bu.
Savaşmak zorunda kaldığımız bu çok uluslu katliam şirketinde Kürtler de vardı.
Ancak bu savaş Türk-Kürt savaşı değildi.
Kürt görünümlü başka unsurlar da vardı.
Anlatmaya gerek var mı bilmem, teröristler için İsrail ve Avrupa pasaportlular da vardı.
Terör, öldürmekle bir yere varamayacağını bilir.
Onun amacı, aslında Türkiye’nin Orta Asya ve Balkanlardaki iddialarını yok etmekti.
Ortadoğu’da Türkiye’nin sahiplenmek istediği eski mirasına engel olmaktı.
Bu süreç içinde uyuşturucudan, Devletin kirlenmesine kadar onca melanet yaşandı.
İçerden ve dışardan, terörü vampirin tazelenme mekanizması oldu.
Ve bataklıktan çıkanlarla uğraşırken, bataklık kendini sağlama alıyordu.
Artık çözüm sürecindeyiz.
Önce PKK’lıların temizliğine girişildi.
Sonra Öcalan’la Avrupa’nın değil Türk Devletinin görüşmesi sağlandı.
Kimse konuşulanları sulandırmasın diye, Devlet konuştuklarını bizzat teröre destek verenlere açıkladı.
Arkasından Öcalan’a akıllı olmak telkinleri yapıldı.
Devlet duygularını bastırarak Öcalan’la, onun da bildiği Türkiye’ye kast edenleri konuştu.
Yıllarca yabancı servislerin elinde oyuncak edilen bir terörist örgütün başında Öcalan vardı.
Öcalan’ı “sayın” saymayın fark etmez.
Öcalan’ı Devlet ve milletin menfaatlerin doğrultusunda değerlendirmek lazımdı.
Devlet şu anda onu yapıyor.
Ne şehitler unutuldu ne acılar, ne Türkiye’nin akamete uğrayan geleceği.
Mesele, Öcalan’ın kahraman vs. yapılması da değildir.
Öcalan’ın izole edildiği süreç içinde, birilerinin yeni Öcalanları Kandil ve Avrupa’da ihdas etmesine engel olmak gerekiyordu. Zaten Öcalan’ın kullanacak kozları da kalmadı.
O halde, Devletin ya da hükümetin ağzından bir şey dinlemek istemeyenlere, bizzat Öcalan’ın ağzından Türk Devlet aklının dinletilmesi gerekiyordu.
Öcalan’ın mesajını, berbat bir Kürtçe ile okuyan vekile (Pervin Buldan) baktık.
Kürtçe bilmediği açıktı, Öcalan gibi.
Ve Okunan mesajın asıl etkisi Türkçe okununca anlaşıldı (Sırrı Süreyya Önder).
Dedik ya hassas dönemdeyiz.
Bazıları Öcalan emretti, Hükümet yaptı demeye devam edecektir.
Ben aksini düşünüyorum.
Yani Devletin demek istediklerini bizzat Öcalan’ın ağzından aktardığını düşünüyorum.
Bu süreç devam ederken, bazı BDP’li vekillerin şaşkınlıklarının kaynağı da buydu.
Dahası, bir “eş başkan”ın kalp krizi geçirmesine neden olan gerçekler vardı.
Öcalan’ı “sayın”sız ağzına almayanlar, bir ara Öcalan’a sardırmaya da başladılar.
Bütün bunlara rağmen, Türk Devlet aklı çalışarak, Türk ve Kürtlerin Ortadoğu’daki büyük iddialarımız için ortak hareket etmek gerektiğini taraflara anlatmış görünüyor.
Bu süreçte Türkiye, ayrılan Avrupa ve Amerika çıkar istasyonlarını da iyi değerlendirdi.
Putin’le yapılan anlaşmalarla da bazı muhtemel sıkıntılar giderildi.
Her şey bitti mi?
Hayır!
Bu yola yeni çıkmak anlamına geliyor.
Ve yol kazasına uğratılmazsak, bu yol kutlu bir yoldur.
Büyük Türkiye’nin Büyük Britanya’yla vb. ile yüz yıllık hesaplaşması anlamına gelecektir. Türkleri Anadolu’dan atmak hesapları da dâhildi bu sürece. Sykes ve Picot’ın yaptığı haritalarla hesaplaşma projesidir bu.

Bu süreç sadece içimizdeki bir terör melanetini halletmekten öte anlamlar taşıyor.
Allah korusun, akamete uğramadan devam eder, başarıya ulaşırsa Türkiye siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal olarak roketleyecektir. Bu hesaplaşmanın tam olması için bir otuz yıl daha lazımdır. Bu sürede yapılacak şeyler de olacak. Sonrasında Orta Asya, Balkanlar ve Ortadoğu miras ve bağlarımız devreye girecektir. Buna hakkımız olan petrol de dâhildir.


Öcalan’ın mektubunu daha önce çarpıtmak ve süreci baltalamak isteyenler oldu. Bunların kim olduğunu anlamak için kâhin olmaya gerek yoktur. Ancak bu mektubun zarfı Öcalan, mazrufu Türk Devletidir. Aradan düşmanın, düşmanlık çıkaranın çıkması için vurulan bir tarih mührü olacaktır. Bu süreç 3 asırdır gerileyen bir medeniyetin yeniden yükselişi ve eski iddialarını ve ötesini düşünme fırsatı yaracaktır. Bu, maşayla değil, maşayı tutan ellerle hesaplaşmanın mektubudur.

Evet, her şey bitmedi.
Daha yoldan çıkanların yolunu bulmaya başlamasıdır olan.
Ancak bu yıl ki Nevruz kutlamalarındaki en önemli şey Nevruz’un Türkiye için Ergenekon’dan yeniden çıkış için bir başlangıç olmasıdır. Bu Nevruz, örgütün Türkiye Cumhuriyetine gövde gösterisi değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, müttefik görünümlü bozguncu ülkelere, “herkes artık kendi oyun alanına dönsün!” tarzında bir manifestosudur.

Peki, zarfı aşıp da mazrufa bakacak olursak, Öcalan’ın mektubunda ne vardı?

Öcalan mektubuna, “Mazlumların özgürlük ve Nevroz’u kutlu olsun!” diye başlıyor. Sonrasında Nevruz’un beşiği Orta Asya’ya selam veriyor, sonra Ortadoğu faslına geçiyor.  “Selam olsun bu uyanış canlanış ve diriliş günü olan Nevroz’u en geniş katılım ve ittifakla kutlayan Ortadoğu ve Orta Asya halklarına selam olsun. Selam olsun yeni bir dönemin miladı olan Nevroz’u büyük bir coşkuyla ve demokratik bir hoşgörüyle kutlayan bütün kardeş halklara. Selam olsun demokratik hakları özgürlüğü ve eşitliği rehber edinen bu büyük yolun bütün yolcularına. Fırat ve Dicle nehir vadilerine, kutsal Mezopotamya ve Anadolu topraklarından şehir uygarlıklarına analık eden halkların en eskilerinden olan Kürtler sizlere selam olsun!”

Kürtlerin Ortadoğu, Mezopotamya’da eskiden beri var olduğunu ifade etmekle Öcalan, aslında bir anlamda bu bölgede iddiaları olan İsrail’e cevap vermektedir. Dicle ve Fırat arasındaki topraklar, İsrail’İn hem vaat edilen topraklarını hem de Tekvin’de geçen Cennet’in mekânını ifade etmektedir.  Arkasından, Türklerle Kürtlerin ayrılmalarının imkânsız olduğunu nehir adlarıyla ifade ediyor: “ Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla dinlerle mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan Kürtler için Dicle ve Fırat, Sakarya ve Meriç nehirlerinin kardeşidir. Halay ve delilo, horon ve zeybekle hısım akraba olur. Bu büyük medeniyet kardeş topluluklar siyasi baskılarla, birbirine düşürülmeye çalışılmış, hakkı hukuku ve özgürlüğü esas almayan düzenler inşaa edilmeye çalışılmıştır. Batılı emperyalist müdahaleler baskıcı anlayışlar, Arabı, Türkü, Kürdü... Toplulukları sanal sınırlara, suni problemlere gark etmeye çalışmıştır.” İşte buradaki sanal sınırları iyi okumak lazımdır. Bu sınırları çizen İngiltere ve Fransa, Sykes ve Picot’la çizmişlerdi. Bu Osmanlı’nın parçalanma haritasıdır.

Öcalan’ın meseleyi ırkî değil, baskılara dayanan tepki olarak görürken, meseleyi Kürt-Türk ekseninden öte, Marksist teoriyle açıklama çabasındadır: “İçinde doğduğum çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele, her türlü dayatmaya karşı bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu. Bugün görüyorum ki bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır. Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe ve gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız, ezilmişliğe, geri bırakılmışlığa, baskı ve ezilmeye karşı olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır.”

Öcalan meseleyi sadece Türkiye meselesi olarak değil, aslında Türkiye’nin asırlardır hesaplaşma içinde olduğu Ortadoğu meselesinin bir parçası olarak gördüğünü ifade etmektedir. “ Bugün artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadoğu’ya uyanıyoruz. Çağrımı bağrına basan gençler, yüce kadınlar, söylemlerimi baş göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar, bugün yeni bir dönem başlıyor.”

Öte yandan, Öcalan’ın Misak-ı Milliye atıfta bulunması da çok çarpıcı bir gerçeği işaret ediyor. Malumunuz, Misak-ı Milli Mustafa Kemal ve arkadaşların öngördüğü şekilde, Kuzey Irak’ı da içermektedir. Bunun arkasından, Musul-Kerkük’le ilgili Türk iddialarını hatırlamakta yarar vardır.
Öcalan, artık kardeş kavgasının aile içi bir mesele olduğunu ifade ederek, kan yerine kalemlerin konuşması gerektiğine de vurgu yapmaktadır: “Artık silahlar sussun fikirler konuşsun noktasına geldik. Yok sayan inkâr eden dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Kürdüne, Türk'üne, Laz'ına, Çerkez'ine bakmadan bu coğrafyanın ta bağrına akıyor. Ben bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğine diyorum ki, artık yeni bir dönem başlıyor. Silah değil, siyaset öne çıkıyor.” Burada modernist paradigma dediği, aslında Batılı yaklaşımların iflasını ima etmektedir.

Sonra olarak Kapitalizme çatması, Batı Kolonizasyonunun bölgede yaptığı tahribatı anlatmaktadır: “Saygıdeğer Türkiye halkı, bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları, kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. Gerçek anlamında bu kardeşlik hukukunda, fetih, inkâr, red ve imha yoktur, olmamalıdır. Kapitalist moderniteye dayalı son yüzyılın baskı imha ve asimilasyon politikaları halkı bağlamayan iktidar elitinin tüm tarihi ve kardeşlik hukukunu reddeden çabaları reddetmektedir. Bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak, kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernimizi inşa etmeye çağırıyorum.”

Son tahlilde sadece tarih ve kader birlikteliği deği, ülke ve mirasına sahiplenme çağrısı da gelmektedir: “Zaman çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin ve helalleşmenin zamanıdır. Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler, 1920 Meclis’ini birlikte açmışlardır. Ortak geçmişimizin ortaya koyduğu gerçek, ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM’nin kuruluşundaki ruh bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır.”

“Bütün ezilen halkları, ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatlarını, işçi sınıfın temsilcilerini ve sistemden dışlanan yok sayılan herkesi demokratik modernite sisteminde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum. Ortadoğu ve Orta Asya kendine uygun bir demokratik bir düzen aramaktadır.  Yeni bir arayış ekmek kadar su kadar ihtiyaç hale gelmiştir. Bu modele, yine Anadolu ve Mezopotamya’nın onu inşa etmesi kaçınılmazdır.”

“Tıpkı yakın tarihte Misak-ı Milli çerçevesinde, Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Kurtuluş Savaşı’nın derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz. Tüm bu kesimleri eşitlikçi özgür ve demokratik ifade tarzının örgütlenmesini gerçekleştirmeye çağırıyorum.”

“Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan, biz kavramının genişliği ve kapsayıcılığı, dar iktidar elitleri eliyle teke indirilmiştir. Biz kavramına, eski ruhunu vermenin zamanıdır. Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı inat birleşeceğiz.”

“Zamanın ruhunu okuyamayanlar tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler uçuruma sürüklenirler. Ortadoğu halkları kökleri üzerinden yeniden doğmak ve ayağa kalkmak istiyorlar. Bu Nevroz hepimize yeni bir müjdedir. Hz Musa, Hz İsa ve Hz Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler bugün yeni müjdelerle harekete geçiyor. İnsanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.”

“Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendilerine ve aslına dönüyorlar. Köreltici çatışmalara artık dur diyor. Meydanları dolduran yüzbinler artık barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm istiyor.”

Öcalan’ın İslam ve adalet konusunda yaptığı vurgular da PKK liderinin, aslında PKK’nın temelindeki Marksist-Leninist teorileri de bir kenara attığını göstermekte ve bir bayrak ve bir ülkede yaşamak için helalleşme çağrısını bitirmektedir.

Ne hafızamız dar ne yüreğimiz.
Hafızamızda yaşarken, geleceğin muhafazasından vaz geçmemek gerekiyor.
Artık Türkiye, layık olduğu yere gelmelidir. Bu yer şu an bulunduğu konumun hem siyasi, ekonomik hem de coğrafi olarak çok ötesindedir. Bu helalleşme de bunun için gereklidir.
Zarfa değil, mazrufa bakmakta yarar vardır.
Türk Devlet aklının Aikido’nun prensiplerini hep hatırlaması lazım.
Ergenekon’dan yeniden çıkmak için…

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi