MENÜ
Ankara 23°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Kapı çalındıkça
Metin BOŞNAK
YAZARLAR
21 Mart 2013 Perşembe

Kapı çalındıkça

Kapı çalınır…
Kapıdakine, ”Kim o?” diye sorulur.
Evin sahibi ile kapıyı çalan arasındaki ilişki, bir tanımlama sürecidir. Yani bir “kim”lik…
İn midir? Cin midir? Hinoğlu hin midir? Ne idüğü zaten, ne olduğunu anlatır.
Ev sahibi, evin sahibidir; O’nun kimliği sinmiştir evine…
Sorulmaz ona kimliği. Kimliği oradaki varlığıdır. Onunla hemhâl olmuştur.
O, evin sahibi olduğu için tanımlamaz kendini.
Ev artık “yuva”dır o kimlikle. Diğer türlü kimliksiz ev, binadır.
Bina satılır, yuva satılmaz.
Kapının koluna, işlemelerine, pencerelerine, hatta cephesine kadar bir kimlik sarar evi.
Sahibinin kimliği evi sarar, evin kimliği sahibinde erir…
Artık ne ev, evdir; ne sahibi, o insan.
Nefesinde erir, nefesiyle erir. Nüfûsunda erir. Nefsinde eritmiştir onu çünkü.
Benliğini ona vermiş ve kendi kalmamıştır o evde. Ama evin her yerindedir.
O, ev olmuştur…
Ev ile sahibi öyle hemhâl olmuştur ki, artık ev deyince sahibi; ev sahibi deyince, ev akla gelir.
Kimlik, böyle bir şeydir işte.
Hele bir ülkenin kimliği…
Kapıyı çalan, ev sahibine “kim o?” diye sorunca, ortada ciddi bir sorun var demektir. Çünkü kapıya tıkırdatma anından itibaren tüm hane halkına dokunmuştur.
Ya kafasındaki kipa beynine geçip mankurtlaştırmıştır…
Ya da Tommiks’i fazla okumuş, spagetti Westernleri izlemiş, Red Kit’e fazla sardırmış ve Dalton’lara öykünmüştür.
Hele ki tüm hane halkını ayağa kaldıracak kadar, yumruk sesi varsa kapıda…
Yuva dile gelir, oda oda.
Ve “oda,” taa uzaklardan “Otağ” kelimesinden gelir…
Ve her otağ bir ana rahmidir. Güven, sevgi, şefkât ve merhamet yumağı.
Ondan dolayı vatan, anadır. Ana, vatandır. Vatan yuvanın büyüğüdür. Ve rahminden her rayiha her otağdadır. Her alında bir işareti vardır. Gaia’dan, Kibele’ye, Nine Hatuna, hatun annelere böyle oldu.
Bazen babanın sakarlıkları kırar döker eşyayı evde.  Bazen yavruları kırar. Bazen küçük kardeş, yüzündeki ergenlik sivilcelerine bakar ve “yüzümü bu halde sen bıraktın!” diye babaya celâllenir, kardeşine kızar. Evin her odası onunken, o bir konduda kalmak ister. Etnik bir kondu. Kiralar aklını…
Milletiz, dersin ona. O der, kabileyim…
Cansın, dersin ona. Ona kan gibi gelir. Öyle karartır gözünü…
Dolu yağsa başına, sanır ki Anadolu taş atmıştır…
Bilmez ki, büyük kardeşinin yerinde olsaydı, kendi omuzları çökmüştü çoktan…
Böyledir işte ergenlik kimliği. Bekleyeceğiz.
Büyüyünce bu sahneleri kendilerine, kendi küçükleri yaşattığında, acı acı hatırlayacaklar…
Yine de büyüğe düşen büyüklüktür.
“Hoş olayım, olmayayım/ O kardeş benim kime ne?” der Kul Nesîmi.
Bir tür “yabancılaşma” halidir bu. Yabancılaştıkta tüketen, tükettikçe tükenen…
Belki de bütün ideolojik, etnik, dini kimliklerin, “erime potası” tüketim…
O nedenle, “millet” adına ne varsa anlamsızlaşmalıdır. “Efenim, zaten bunlar kurgudan ibarettir…” Ve üzüntüyle ifade ederler ki, “Ulus-devlet bütün kötülüklerin anasıdır.”
Kapı çalınıyor…
Sahi, siz kimsiniz?

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi