MENÜ
Ankara 21°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Buhara
Aydın Ünal
YAZARLAR
6 Eylül 2018 Perşembe

Buhara

Siriderya (Seyhun) Nehri Tanrı Dağları’ndan doğuyor, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, yine Özbekistan ve Kazakistan’dan geçerek, Aral Gölü’ne akıyor. Amuderya (Ceyhun) Nehri ise Pamir ve Hindikuş Dağları’ndan doğup, Afganistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan sınırlarından geçerek Aral Gölü’ne dökülüyor. Birbirine paralel bu iki hayat suyunun arasındaki bölgeye Maveraünnehir deniliyor.

Aynı bölgede akan, ama Seyhun ve Ceyhun’a nazaran daha uslu, daha nazlı, daha bereketli bir başka nehir var: Zerefşan.

“Altın Saçan” manasına gelen Zerefşan, Tacikistan’da Pamir’de doğuyor, dağları aşıyor, sonra düze çıkıyor. Özbekistan boyunca akan Zerefşan, hiçbir göle, denize dökülmeden çölde kayboluveriyor.

Tacikistan’da peşine takıldığımız Zerefşan bizi önce Semerkant’a, sonra da Buhara’ya götürdü.

Su hayattır. Kuzeyde Seyhun, Güneyde Ceyhun, ortada Zerefşan, Maveraünnehir’e ve çevresine hayat veriyor.

Sovyet işgali sırasında bütün bu nehirlerin suları kontrolsüzce kullanıldı. Komünizm sadece insan kanını değil, Maveraünnehir’e hayat veren suları da sömürdü. Öyle ki, bugün artık o coşkulu Seyhun da, Ceyhun da Aral Gölü’ne varamadan kuruyup gidiyor. Aral Gölü’nün yerinde ise yeller esiyor.

Maveraünnehir’de bir zamanlar ırmaklardan su değil, mürekkep, kelimeler, ilim, hikmet akıyor, ırmakların kenarında gençler dünyayı aydınlatan bu ilim şerbetini kana kana içiyorlardı.

Sadece Zerefşan’ın hayat ve ilim verdiği Semerkant ve Buhara değil; bölgedeki Yesi, Merv, Herat, Belh, Otrar, Sütkent, Tirmiz, Cend, Karnak ve daha nice şehir hem dönemlerinin ilim merkezleri olmuş, hem de bugünün ilmi birikimine en önemli katkıları sağlamışlardı.

Buhara’ya yaklaşırken güneş kızıla boyanıp uçsuz bucaksız ovanın ardında kayboldu. Buhara’da güneş batıyordu ama Anadolu’da ikindi oluyordu.

O parlak günlerinin üzerinden asırlar geçmesine rağmen Buhara bugün bile dünya şehirleri arasında ne kadar farklı, ne kadar mümtaz bir yere sahip olduğunu ziyaretçilerine hemen hissettiriyor. Camiler, türbeler, en çok da eski şehrin neredeyse tamamını teşkil eden medreseler ziyaretçileri maneviyatıyla kucaklıyor, kuşatıyor. Toprak rengi tuğlalardan örülmüş evlerin arasındaki sokaklarda sanki İmam Buhari yürüyor, İmam Tirmizi O’nu takip ediyor. Medreselerde sanki hala Ahmet Yesevi, Abdülhalik Gücdüvani, Yusuf El Hamedani, Bahaüddin Nakşibendi ders veriyor, ders alıyor. Uluğ Bey sanki hala göğü izliyor, İbni Sina bir kadavranın üzerinde çalışıyor. İpek Yolu’nun merkezindeki Buhara’ya sanki hala kervanlar kitap taşıyor. Bağdat’ın, Mekke, Medine, Şam’ın talebeleri uzun, upuzun yolculukların ardından kendilerine bir medrese bulabilmek için yarışıyorlar. Mağrip’ten, Endülüs’ten, işittikleri tek bir kitabın peşine düşmüş seyyahlar kütüphanelere koşuyorlar. Sanki, medreselerden çıkan talebeler, kervanların arkasına takılıp Batı’ya, İsfahan’a, Rey’e, Bağdat’a, Şam’a, Konya’ya, İstanbul’a doğru yola çıkıyorlar. Alperenler camilerden dualarını alıp, at üstünde Kosova’ya, Saraybosna’ya, Viyana’ya yöneliyorlar. Dervişler, dillerinde zikirle, Anadolu’da bir köy bulmak, postu oraya sermek, asırlarca yıkılmayacak gönül tohumlarını saçmak için yarışıyorlar.

Buhara’da zaman durmuş… Zaman, Moğol istilası, Rus istilası öncesinde göğe asılıp kalmış. Yağmacılar ve işgalciler taş üstünde taş bırakmasalar, yazılı tek bir belgeye tahammül edemeseler de, Buhara’da ilim ve maneviyat yıkılmamış, kaybolmamış. İlim ve alimler Konya’ya, İstanbul’a akarken, Buhara ilminden, hikmetinden, manevi ikliminden, gururundan hiçbir şey kaybetmemiş.

Buhara, İslam tarihinde, Semerkant’la birlikte Mekke ve Medine’den sonraki en büyük ilim şehri. Buhara, Konya’nın, Bursa’nın, Edirne’nin, İstanbul’un hocası. Bugün Viyana sınırlarına kadar geniş bir coğrafyada ezan okunabiliyorsa, bu cihadın, bu gayretin, bu cesaretin merkezi Buhara.

Maveraünnehir, yani Seyhun ile Ceyhun Nehirlerinin arası, Zerefşan Nehri’nin çevresi, eğer istenilse, bugün de ilimle hayat bulabilir. Özümüzü fark etmekle başlar her şey. Buhara, özümüzü keşfetmemiz için, kendimizi tanımamız, hatırlamamız için bizi bekliyor, ziyaretçilerini bekliyor. Semerkant ve Buhara’ya sırtımızı dönmeyelim, yüzümüzü dönelim. Zira sadece ilim ırmakları değil, güneş de oradan doğuyor.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi