MENÜ
Ankara 21°
Ankara Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Ah, bir ataş ver!
Metin BOŞNAK
YAZARLAR
11 Eylül 2013 Çarşamba

Ah, bir ataş ver!

İçerde Gezi’nen sıkıntılar, dışarda çöreklenen savaş havası…

Toplumsal tedirginliklerimiz öyle bir hal aldı ki, beyazla siyah arasındaki algımız saniyede değişiyor.

Bu değişmenin nedeni illa da beyazın siyah, siyahın beyaz olmaklığına dair bilincimiz değil.

Toplu üretim, toplu tüketim, toplu ulaşım derken, toplu algılaşımların parçası olduk.

Bireyselliklerimiz belki tükettiklerimizin mahiyetinde var.

Ancak ülke ve dünya gidişatına dair bilgi ve algılarımız kitlesel algılamayla yön buluyor.

Neden derseniz, bireysel olarak zihnimiz karıştıkça, toplumsal ittifaklara iltica ediyoruz.

Zaten toplumda, hemşehricilikten başlayan bir tür mensubiyetle var olma isteği var.

Buna  kendi kışlalarımızı, mağaralarımızı, zindanlarımızı da ekleyince birey daha da kayıp oluyor.

Ve girdiğimiz her alan ya da şerit diğerlerini dışlar mahiyette ve tek temsil yeri oluyor.

Hatta var olmanın, olabilmenin tek alanı…

Erdoğan’ın “bölgesel, dini, etnik milliyetçiliklere karşıyız!” derken haklı olduğu noktalar var.

Cemaatçilikle, hemşehricikle, ırkçı-bölücü tavırlarla millet olmak zordur.

Millet olmak bilinci aslında bizzat milli bilincine sahip birey olmaktan geçiyor.

Aksi takdirde, siyasi, dini liderleri, birer mürşit boyutunda algılıyoruz.

Dahası, dini ve siyasi liderlerin bir kısmı Hz. Peygamber ötesinde bir şaşmazlık halesi içinde algılanıyor.

Dini lideri güttüğü siyasetle, siyasi lideri de dini samimiyetiyle yargılamak ta var!

Ancak şaşmaz olan bir şey onların tartışılmazlıkları olur.

Ah o etrafındakiler!  

Hani bizde liderler hep iyidir; nasılsa etrafındakiler kötü olurlar.

Ve hemen her zaman bizler onların ayaklarındaki ayakkabıların bağcıklarındaki toz kadar olamayız.

Demokratik bir sorun işte!  

 

Efkâr ve Herzeler

 

Türkiye'nin bölgesinde bazen "kaldırabileceğinden fazla yüklendiğini" düşünüyorum.

Suriye, Mısır ve Afrika girişimlerimiz buna delildir.

Ama denemeden de anlaşılmaz ki!

Belki Niçe'nin denediği gibi, hayr ve şer ötesinde bir bakışla görmek lazım tarihi.

Ne hayrı yaratan biziz ne şerri.

Bizi yükümlü kılan tercihlerimizdir.

Bu şeytanı öyle abartırlar ki bazen, kendi başına bir kudret olur.

Yok öyle bir şey!

İlk yanılgımız İblisle olmadı.

Aslında emaneti kabullendiğimizde başladı yanılgımız!

Sonrasında o yanıldı, biz yanıldık…  

Her iyi şeyi cennetle, her kötü şeyi cehennemle andık.

Dünya ne cennet ne cehenemdir oysa.

İkisinden de fragmanlar içeren ama ikisi de olmayan bir mekân.

Aslında Lâ-mekandır!   

İnsan üç defa cahildir: var olduğu için, doğduğu için ve önce yaşamayı sonra ölmeyi unuttuğu için!  

Tezat dediklerimiz Allah'ın sıfatlarında da var tezatları denge gibi görmek lazım belki. 

Küçük mutluluklardan yola çıkarsak, büyüklerine tiryakilik olmaz.

Mutluluğun büyüğü zaten şuurdan uzak bir hayat ve kötü hafıza demektir. 

Her zaman bir dejavü halindeyiz; kimimiz farkında, kimimiz çarkında hayatın. 

İkiz doğsak da yalnız öleceğiz; bunun idrakinde olarak da yaşarız 

Ağlayan adamlar arasında rekabetin olması ağlamanın da siyasi bir konu olduğuna delalet ediyor. Buna ağlamak lazım! 

Sörf etmekte çok fırsatçı bir tavır var. Her zaman yükselen dalgayla flört etmek. 

Yüksek beklentiler alçak uçmayı gerektiriyorsa, aslında amuda kalkmışız demektir. 

Demokrasiden kurtulunca ülkemiz gerçek bir İstiklale kavuşacaktır.

Parçalanan coğrafyada "tek dişi kalmış canavara" demokrasi diyorlar. 

Türkiye Cumhuriyetini, fıkıh ve akait açısından değil, tarihin getirdiği karmaşık siyaset uzantısı olarak görmek lazım. 

Bilimcimiz parçalıysa, yekpâre bir şeyimiz yok demektir. 

Yerlilik ve kozmopolitlik arasındaki farkı Osmanlı anlamıştı aslında.

Ancak  19. asırdan itibaren Osmanlı bitmişti.

Yerlilik yekdüzelik oldu. 

Yerli olmak Amerikan yerlilerinden farklı bir durumdur. 

Yerinden başkasını görmeyenle, başkasından başkasını görmeyenler arasında bocalama var.

Hainler mi yazar tarihi, kahramanlar mı?

Devlet mi düzeltir, bireyler mi düzelir?  

 

Evler konusu

 

İbn-i Erkam ile başladı gelenek.

Meşru sayılmayan, mağdur inaç mağduru insanların iltica ettiği ev mecazı oldu.

Sonrasında teşkilatlanma modeline dönüştü.

Belki Kapadokya’nın eski ahalisi ve Yedi Uyuyanlar da bu ekole girebilirler.

Nurculukla meşhur olan Nurevleri giderek Akevleri doğurmaya başladı.

Sonra Ülkücü camia da evciliğe el attı.

Turan Nur'ana karşı bir durum ortaya mı çıkacak?

Yoksa Nur’an Turanla ittifak mı yapacak göreceğiz zamanla.

 Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar!

Giderek artan gettolaşmalarımız arasında ev projeleri kendi renklerini katacaktır.

Millet olmayı becerebilmek için kabilecilikten ve kışlacılıktan çıkmak lazımdır.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ankara Gazetesi